Nazan Bekiroğlu – Nar Ağacı

Felaket

New member
NAZAN BEKİROĞLU – NAR AĞACI
Nazan Bekiroğlu, okumadığım yazarlardan biri daha. İyi ki okumuşum dediğim yazarların arasına kattım kendisini, büyük bir zevkle. Bir gazetenin kültür sanat bölümünde bir köşesi varmış, orada yazıyormuş. Bulup okumaya başladım bile.

Açıkçası okumaya başlarken büyük beklentiler içinde değildim. Sıradan bir aşk kitabı diye düşündüğüm bile oldu. Ama daha kitabın en başında yanıldığımı anladım. Nasıl güzel bir anlatım, nasıl bir keyiftir okumak bu kitabı, tadına doyamadım satırların. Bu kadar etkisinde kaldığım bir Hakan Günday vardı Türk edebiyatında, şimdi iki oldu. İkisi çok farklı türde yazsalar da Nazan Bekiroğlu ismi de zihnime kazıdığım bir diğer isim oldu. Her gördüğümde bir mola verip, kahve tadında dakikaların tadını çıkaracak olmak şimdiden beni heyecanlandırıyor.

Buram buram tarih kokuyor kitap, günümüze gelip gelip geçmişe gidiyor. Geçmişin farklı anlarında tekrar tekrar yaşayıp, sıçrıyor şimdiye. Büyükhanım’ın içler acısı muhacirlik günleri, İsmail’in yürek sızlatan mektubu, Setterhan’ın Azam’a tutkusu, Sofya.. Nasıl bu kadar güzel anlatılır, hayran kalmamak elde değil.

Birkaç alıntı ile sonlandıralım:

Durgun bir göl gibi göründür Settarhan’ın gözüne Azam. Durgun fakat tekinsiz bir göl gibi derin, esmer ve bütün dalgaları içinde saklı. Bu, nasıl bir güzellikti? Settarhan bile onu bugüne değin hiç böyle bir güzellikte görmemişken bundan böyle Azam’ı hiç kimse Settarhan’ın gördüğü gibi göremezdi. Ve görmesindi. (Sayfa 136)

O kadar çok soru sordum ve o kadar çok bilmediler ki sonunda meyus oldum ve sormaktan vazgeçtim. (Sayfa 189)

Önünde yeni bir yazgının uzanabileceği düşüncesi bir ümit olarak karşısına dikildiğinde, insanın özünde bir koridor açılmışsa eğer, ruhun da bedenin de kendisini ne kadar çabuk onarabildiğine hayret etti sadece. (Sayfa 373)

Ama tek kurşun atamadan, düşmanla yüz yüze gelmeden, ölümüm bir işe yaramadan, bir ağaca yaslanarak ölmekten korkuyorum. Ben bunlar için gönüllü değildim. Ölümüm bir işe yarasın istiyorum. Ama etrafıma bakınca toptan, tüfekten, kasaturadan daha fazla sahra hastaneleri, seyyar etüvler ve tecridhaneler görüyorum. (Sayfa 401)

Bunca “unutmayış”a hafızanın bile sınırları kapalı. (Sayfa 402)

İnsan açlıktan nasıl ölür? Sessizce, tükene tükene mi? Yoksa bağıra bağıra, sürüne sürüne, görüne görüne mi? Bilmezdim. Ama defalarca gördüm. O kadar gördüm ki artık görmez oldum. Zehra bir bilsem, unutmak bu lisanda kaç hecedir? (Sayfa 403)
 
Üst