Sude
New member
Merhaba forumdaşlar,
Bugün biraz hassas ama bir o kadar da derin bir konuya girmek istiyorum: Hû zikri nedir, ve bu pratik toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet perspektifinden nasıl okunabilir? Tasavvufun derin sessizliğinden, modern toplumun gürültülü eşitsizliklerine bakmak ilk bakışta garip gelebilir; ama aslında tam da bu köprü, üzerinde düşünmeye değer. Hû zikri yalnızca bir “Allah zikri” değildir — aynı zamanda benliğin çözülmesi, ötekinin tanınması ve egonun sınırlarının aşılmasıyla ilgilidir. Bu yüzden, toplumsal düzlemdeki “biz” ve “onlar” ayrımını anlamak için çok güçlü bir semboldür.
---
Hû Zikri Nedir? Sessizliğin Kalbindeki Bir Nefes
Tasavvufta “Hû” kelimesi, Allah’ın varlığını işaret eden “O” zamiridir. “Hu” demek, “O’dur” demektir — isimlerden, sıfatlardan, kimliklerden soyut bir varoluşa gönderme yapar. Hû zikri ise bu soyutluğu nefeste yaşamak, nefesi arınmanın bir aracı haline getirmektir. Sûfî geleneğe göre “Hû”, insanın içindeki benlik perdesini kaldıran bir aynadır. “Ben”in dar sınırlarından “O”nun genişliğine geçiştir.
Ama bu noktada kritik bir soru sormalıyız: Hû zikrinde “O” sadece Tanrı mıdır, yoksa her varlığın, her farklı kimliğin, her ötekinin ilahi yankısı mıdır?
---
Zikir ve Kimlik: “Ben”in Sınırlarını Aşmak, “Biz”i Kurmak
Toplumsal cinsiyet, etnik kimlik, inanç, sınıf… Bunların hepsi modern dünyada bizi tanımlayan ama aynı zamanda bölen etiketlerdir. Oysa Hû zikri tam tersini önerir: Kimliğin ötesine geçerek hakikatte birleşmek.
Tasavvufta “fenâ” (benliğin erimesi) hali, bugünün psikolojik diliyle “empatik birleşme”ye çok benzer. Bu bağlamda Hû zikri, toplumsal çeşitliliğe tehdit değil, birleştirici bir metafor sunar: “O” her şeydedir, herkesdedir.
Fakat işte burada ironik bir paradoks doğar:
Zikir bireysel bir içsel eylemdir ama toplumsal sonuçlar doğurabilir. Eğer “O” her şeydeyse, o zaman kadın da, erkek de, queer birey de, doğa da bu kutsallığın parçasıdır. Dolayısıyla Hû zikri, eşitlik bilincinin manevî temeli haline gelebilir.
---
Kadınların Empatik, Erkeklerin Analitik Yönü: İki Yol, Tek Niyet
Modern tartışmalarda sıkça dile getirilen bir fark var: Kadınlar genellikle empati ve ilişkisel düşünme üzerinden, erkekler ise çözüm ve analiz üzerinden dünyayı anlamlandırma eğilimindedir. Bu fark elbette mutlak değil, toplumsal rollerle şekillenen bir eğilimdir.
Hû zikrini bu çerçevede düşündüğümüzde iki boyut açığa çıkar:
– Kadın yaklaşımı: Zikri bir duygusal birleşme pratiği olarak görür. “O”na yönelmek, başkalarının acısını hissedebilmenin, toplumsal şefkatin kapısını aralar. Empatik bağ burada ilahî bir nitelik kazanır.
– Erkek yaklaşımı: Zikri bir sistem çözümü gibi ele alır. Egoyu aşmak, toplumsal çatışmaları çözmenin rasyonel bir yolu haline gelir. “Ben”i ortadan kaldırmak, yapısal adaletin önünü açar.
İki yön birleştiğinde Hû zikri hem bireysel dönüşümün hem toplumsal reformun metaforu olur: Duyguyla aklın, şefkatle düzenin kesiştiği bir alan.
---
Toplumsal Cinsiyet ve Hû: Sessizliğin Feminist Bir Okuması
Tasavvufun tarihine bakarsak, kadın sûfîler hep vardı ama çoğu zaman görünmez kılındılar. Râbia el-Adeviyye’nin “aşkla ibadet” öğretisi, aslında Hû zikrinin ruhunu taşır. O, Tanrı’ya korkudan ya da cennetten dolayı değil, sadece “O olduğu için” yönelmişti. Bu tutum, patriyarkal din anlayışına doğrudan meydan okumaydı.
Bugün kadınların bu mirası yeniden hatırlaması, Hû zikrinin toplumsal cinsiyet perspektifinde yeniden anlam bulmasını sağlayabilir. Çünkü Hû, kimliğin ötesine geçerken, kadınların tarihsel olarak bastırılmış sesini de kutsal alana geri çağırır.
Feminist teoloji açısından Hû zikri, Tanrı’yı “erkek” bir figür olarak değil, cinsiyetsiz, kapsayıcı bir varlık olarak deneyimlemenin pratiğidir. Bu da kutsal alanın demokratikleşmesi demektir.
---
Çeşitlilik Perspektifi: “O” Her Dilde, Her Renkte, Her Sesle Var
Etnik, kültürel, cinsel, inançsal farklar... İnsanlık bunları çoğu zaman ayrışma nedeni yaptı. Oysa Hû zikri, farklılıkları tek bir varlık bilincinin renkleri olarak görür. “O” Arapça’da “Hû” olur, Sanskritçe’de “Om”, Afrika inançlarında “Nya”, Hristiyan ilahilerinde “Alleluia.”
Hepsi, farklı dilde aynı titreşimi taşır. Yani Hû zikri, çokluk içinde birlik anlayışının en saf hali olabilir.
Ama bu birlik, tek tipleştirme anlamına gelmez. Tıpkı bir koroda her sesin farklı tonda ama aynı melodide buluşması gibi, toplumsal çeşitlilik de Hû bilincinde kendine yer bulur.
Zikir burada sadece dini değil, kültürel bir eşitlik çağrısına dönüşür.
---
Sosyal Adalet Bağlamında Hû: Eşitliğin Manevî Alt Yapısı
Toplumsal adalet, sadece yasa ve politika meselesi değildir; vicdanın eşitlik bilinciyle birleşmesidir. Hû zikri, “ben” merkezli hiyerarşiyi çözüp, “biz” merkezli bir dayanışma bilinci inşa eder.
Bu yüzden tasavvufî düşünce, gerçek anlamda sosyal adaletin ruhsal önkoşuludur:
– “Hû” demek, “hiç kimse değersiz değildir” demektir.
– “Hû” demek, “her kimlik kutsallığın yankısıdır” demektir.
– “Hû” demek, “adalet yalnız adalet değildir; aynı zamanda merhamettir” demektir.
Bugünün dünyasında eşitsizliklerle, ötekileştirmelerle mücadele ederken Hû bilincini hatırlamak, yalnızca mistik bir yönelim değil, etik bir sorumluluk haline gelir.
---
Forumdaşlara Sorular: Siz Nasıl Görüyorsunuz?
– Sizce Hû zikri, sadece bir dini ritüel mi, yoksa toplumsal bir farkındalık biçimi mi?
– “Ben”in erimesi, toplumsal adaletin temelini güçlendirir mi, yoksa bireysel pasifliğe mi yol açar?
– Kadın sûfîlerin manevî katkıları neden hâlâ geri planda tutuluyor?
– Hû’nun “cinsiyetsizliği”, inanç dünyasında yeni bir eşitlik dili olabilir mi?
– Siz olsaydınız Hû’yu hangi kelimeyle tanımlardınız: aşk, nefes, yokluk, ya da belki dayanışma?
---
Sonuç: Hû Bir Ses Değil, Bir Bilinçtir
Hû zikri, nefesle söylenen bir sözden fazlasıdır. O, kimliğin ötesine geçme ve başkasının varlığında kendini tanıma eylemidir. Bu yönüyle toplumsal cinsiyet eşitliği, çeşitlilik ve adalet mücadelesinin manevî dilidir.
Bir toplum Hû bilincine ulaştığında, ne kadının sesi bastırılır, ne azınlık görmezden gelinir, ne de öteki yok sayılır. Çünkü “O” her şeydedir — her insanda, her farkta, her nefeste.
Forumdaşlar, sizce biz bu bilinci modern dünyada yeniden inşa edebilir miyiz? Yoksa “Hû” sadece tekkelerin duvarlarında yankılanan eski bir nefes olarak mı kalacak?
Cevap sizde, ama unutmayın: Hû sadece söylenmez — yaşanır.
Bugün biraz hassas ama bir o kadar da derin bir konuya girmek istiyorum: Hû zikri nedir, ve bu pratik toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet perspektifinden nasıl okunabilir? Tasavvufun derin sessizliğinden, modern toplumun gürültülü eşitsizliklerine bakmak ilk bakışta garip gelebilir; ama aslında tam da bu köprü, üzerinde düşünmeye değer. Hû zikri yalnızca bir “Allah zikri” değildir — aynı zamanda benliğin çözülmesi, ötekinin tanınması ve egonun sınırlarının aşılmasıyla ilgilidir. Bu yüzden, toplumsal düzlemdeki “biz” ve “onlar” ayrımını anlamak için çok güçlü bir semboldür.
---
Hû Zikri Nedir? Sessizliğin Kalbindeki Bir Nefes
Tasavvufta “Hû” kelimesi, Allah’ın varlığını işaret eden “O” zamiridir. “Hu” demek, “O’dur” demektir — isimlerden, sıfatlardan, kimliklerden soyut bir varoluşa gönderme yapar. Hû zikri ise bu soyutluğu nefeste yaşamak, nefesi arınmanın bir aracı haline getirmektir. Sûfî geleneğe göre “Hû”, insanın içindeki benlik perdesini kaldıran bir aynadır. “Ben”in dar sınırlarından “O”nun genişliğine geçiştir.
Ama bu noktada kritik bir soru sormalıyız: Hû zikrinde “O” sadece Tanrı mıdır, yoksa her varlığın, her farklı kimliğin, her ötekinin ilahi yankısı mıdır?
---
Zikir ve Kimlik: “Ben”in Sınırlarını Aşmak, “Biz”i Kurmak
Toplumsal cinsiyet, etnik kimlik, inanç, sınıf… Bunların hepsi modern dünyada bizi tanımlayan ama aynı zamanda bölen etiketlerdir. Oysa Hû zikri tam tersini önerir: Kimliğin ötesine geçerek hakikatte birleşmek.
Tasavvufta “fenâ” (benliğin erimesi) hali, bugünün psikolojik diliyle “empatik birleşme”ye çok benzer. Bu bağlamda Hû zikri, toplumsal çeşitliliğe tehdit değil, birleştirici bir metafor sunar: “O” her şeydedir, herkesdedir.
Fakat işte burada ironik bir paradoks doğar:
Zikir bireysel bir içsel eylemdir ama toplumsal sonuçlar doğurabilir. Eğer “O” her şeydeyse, o zaman kadın da, erkek de, queer birey de, doğa da bu kutsallığın parçasıdır. Dolayısıyla Hû zikri, eşitlik bilincinin manevî temeli haline gelebilir.
---
Kadınların Empatik, Erkeklerin Analitik Yönü: İki Yol, Tek Niyet
Modern tartışmalarda sıkça dile getirilen bir fark var: Kadınlar genellikle empati ve ilişkisel düşünme üzerinden, erkekler ise çözüm ve analiz üzerinden dünyayı anlamlandırma eğilimindedir. Bu fark elbette mutlak değil, toplumsal rollerle şekillenen bir eğilimdir.
Hû zikrini bu çerçevede düşündüğümüzde iki boyut açığa çıkar:
– Kadın yaklaşımı: Zikri bir duygusal birleşme pratiği olarak görür. “O”na yönelmek, başkalarının acısını hissedebilmenin, toplumsal şefkatin kapısını aralar. Empatik bağ burada ilahî bir nitelik kazanır.
– Erkek yaklaşımı: Zikri bir sistem çözümü gibi ele alır. Egoyu aşmak, toplumsal çatışmaları çözmenin rasyonel bir yolu haline gelir. “Ben”i ortadan kaldırmak, yapısal adaletin önünü açar.
İki yön birleştiğinde Hû zikri hem bireysel dönüşümün hem toplumsal reformun metaforu olur: Duyguyla aklın, şefkatle düzenin kesiştiği bir alan.
---
Toplumsal Cinsiyet ve Hû: Sessizliğin Feminist Bir Okuması
Tasavvufun tarihine bakarsak, kadın sûfîler hep vardı ama çoğu zaman görünmez kılındılar. Râbia el-Adeviyye’nin “aşkla ibadet” öğretisi, aslında Hû zikrinin ruhunu taşır. O, Tanrı’ya korkudan ya da cennetten dolayı değil, sadece “O olduğu için” yönelmişti. Bu tutum, patriyarkal din anlayışına doğrudan meydan okumaydı.
Bugün kadınların bu mirası yeniden hatırlaması, Hû zikrinin toplumsal cinsiyet perspektifinde yeniden anlam bulmasını sağlayabilir. Çünkü Hû, kimliğin ötesine geçerken, kadınların tarihsel olarak bastırılmış sesini de kutsal alana geri çağırır.
Feminist teoloji açısından Hû zikri, Tanrı’yı “erkek” bir figür olarak değil, cinsiyetsiz, kapsayıcı bir varlık olarak deneyimlemenin pratiğidir. Bu da kutsal alanın demokratikleşmesi demektir.
---
Çeşitlilik Perspektifi: “O” Her Dilde, Her Renkte, Her Sesle Var
Etnik, kültürel, cinsel, inançsal farklar... İnsanlık bunları çoğu zaman ayrışma nedeni yaptı. Oysa Hû zikri, farklılıkları tek bir varlık bilincinin renkleri olarak görür. “O” Arapça’da “Hû” olur, Sanskritçe’de “Om”, Afrika inançlarında “Nya”, Hristiyan ilahilerinde “Alleluia.”
Hepsi, farklı dilde aynı titreşimi taşır. Yani Hû zikri, çokluk içinde birlik anlayışının en saf hali olabilir.
Ama bu birlik, tek tipleştirme anlamına gelmez. Tıpkı bir koroda her sesin farklı tonda ama aynı melodide buluşması gibi, toplumsal çeşitlilik de Hû bilincinde kendine yer bulur.
Zikir burada sadece dini değil, kültürel bir eşitlik çağrısına dönüşür.
---
Sosyal Adalet Bağlamında Hû: Eşitliğin Manevî Alt Yapısı
Toplumsal adalet, sadece yasa ve politika meselesi değildir; vicdanın eşitlik bilinciyle birleşmesidir. Hû zikri, “ben” merkezli hiyerarşiyi çözüp, “biz” merkezli bir dayanışma bilinci inşa eder.
Bu yüzden tasavvufî düşünce, gerçek anlamda sosyal adaletin ruhsal önkoşuludur:
– “Hû” demek, “hiç kimse değersiz değildir” demektir.
– “Hû” demek, “her kimlik kutsallığın yankısıdır” demektir.
– “Hû” demek, “adalet yalnız adalet değildir; aynı zamanda merhamettir” demektir.
Bugünün dünyasında eşitsizliklerle, ötekileştirmelerle mücadele ederken Hû bilincini hatırlamak, yalnızca mistik bir yönelim değil, etik bir sorumluluk haline gelir.
---
Forumdaşlara Sorular: Siz Nasıl Görüyorsunuz?
– Sizce Hû zikri, sadece bir dini ritüel mi, yoksa toplumsal bir farkındalık biçimi mi?
– “Ben”in erimesi, toplumsal adaletin temelini güçlendirir mi, yoksa bireysel pasifliğe mi yol açar?
– Kadın sûfîlerin manevî katkıları neden hâlâ geri planda tutuluyor?
– Hû’nun “cinsiyetsizliği”, inanç dünyasında yeni bir eşitlik dili olabilir mi?
– Siz olsaydınız Hû’yu hangi kelimeyle tanımlardınız: aşk, nefes, yokluk, ya da belki dayanışma?
---
Sonuç: Hû Bir Ses Değil, Bir Bilinçtir
Hû zikri, nefesle söylenen bir sözden fazlasıdır. O, kimliğin ötesine geçme ve başkasının varlığında kendini tanıma eylemidir. Bu yönüyle toplumsal cinsiyet eşitliği, çeşitlilik ve adalet mücadelesinin manevî dilidir.
Bir toplum Hû bilincine ulaştığında, ne kadının sesi bastırılır, ne azınlık görmezden gelinir, ne de öteki yok sayılır. Çünkü “O” her şeydedir — her insanda, her farkta, her nefeste.
Forumdaşlar, sizce biz bu bilinci modern dünyada yeniden inşa edebilir miyiz? Yoksa “Hû” sadece tekkelerin duvarlarında yankılanan eski bir nefes olarak mı kalacak?
Cevap sizde, ama unutmayın: Hû sadece söylenmez — yaşanır.